Uçağımız İran’ın başkenti Tahran üzerinden süzülerek, alçalmaya başladığında, ışık cümbüşü haline dönüşmüş şehir, bana Kahire’yi hatırlatıyordu. Tahran’ın etrafı dağlarla çevrilmiş. Uçak manevra yaparak rotasını tutturmaya çalışıyken, bende şehri izliyordum. Tahran’ın etrafı dağlarla çevrilmiş bir bozkırı andırıyordu. Yerleşim dağlarla çevrilmiş ve çok kalabalık bir şehir olduğu havadan bakıldığında ışıl ışıl yanan ışıklar her şeyi anlatıyordu.
Uçağımız havalimanına indikten sonra bizi özel bir araç ile alarak, havaalanı binasına pasaport işlemleri için girdiğimde, kafamdaki İran’la ilgili anlatılanların daha oracıkta yalan olduğu, bu zamana kadar bizdeki "iri”(!) gazetelerin, hep aynı resimleri yayınlayarak, el kesen, adam asan, her tarafın çarşaflı insan tiplemelerinin, bu modern yapı karşısında, olmayacağı beynimden geçmeye başladı. Bazılarının bizleri, -kendilerinin nasıl görmesini istiyorlarsa-, bizim de aynı o şekilde görmemizi istiyor olduklarını gördüm.
İran’a gelmeden önce görüştüğüm ve İran hakkında bilgi aldığım İran’lı bazı şahısların dahi bana, kötü bir şekilde anlattığı İran, aslında onların anlattığı gibi olmadığını, kendisinin dahi, bir muhalefet partisi taraftarı olduğunu sonradan öğrenmiş olacağım… İnsan ne kadar da muhalefet olsa da, kendi memleketi hakkında kötü şeyler söylememeli… Aslında ben onları anlıyorum. İran da İslami bir nizam var. Bu durumda onları rahatsız ediyor. İnsan’ın hangi pencereden baktığı önemli.
Hatta bana öyle bir anlattılar ki, cadde de dahi resim çekemeyeceğim, yasak olduğu… Kadınların başlarının ucunda, hafif saçı gözükse hemen bayan polisler tarafından, yolda tutuklandıklarından, direk müdahale ettiklerini, saçından başından sürüklediklerini söylediler… Kesinlikle kamera kullanamayacağımızı söylediler… Bu nedenle ben kendi kameramı götürmedim, arkadaşın kamerasını birlikte kullanacaktık. Bir taraftan da kendim, kendi cep telefonumdan resim çekerim diye plan kuruyordum kafamdan….
Beş yıldızlı ve Tahra’ın en lüks oteline girdiğimizde, sabah olmak üzereydi… İşlemlerden sonra, kendi odama geldiğimde, yorgunluktan bitmiştim, vücudum adeta bana direniyordu… Bir taraftan valizimi açarak elbiselerimi, dolaba yerleştirirken, kafamda sorularda sanki inişe geçmiş uçaklar gibi arka arkaya sıralanmış, sürekli soru yağmuruna tutulmuştum…
Otel odam gayet güzel bir yerdeydi. Manzara mükemmeldi. Gece ayrı bir güzellikte, gündüz ayrı bir güzellikteydi… Genelde benim yemek sorunum vardı. Yurt dışına çıkmadan önce, hangi memlekete gideceksem baştan orasının yemeğini araştırırdım. Fakat İran doğu memleketi olduğu için açıkçası fazla araştırmadım. Daha sonra otel mutfağını görünce, yanılmadığımı da anlamış oluyordum. Mısır da çayın içine nane koyarlar, burada da her şeyin içinde nane var, inanır mısınız naneli ayran içtim, denemek için aldığım bir bardak naneli ayran çok hoşuma gitti benim ve içmeye başladım… Yanımdaki arkadaş ama hiç sevmedi… Kesinliklede içmedi…
Elbiseleri dolaba koyduktan sonra, bir duş aldım kafamı yastığa koyduğumda, beynimdeki sorular hala sırada bekliyordu, sabah ola hayrola, nasıl bir İran’la karşılaşacaktım, bir taraftan bunları düşünürken, vücudumun yorgunluğuna dayanamayan gözlerim, perdeyi kapatırken, beynimdeki sorularda birlikte kaybolup gidiyordu... Devam Edecek….