Ertesi gün Meşhed’den yola çıkıyoruz. Meşhed çevresindeki İmam Zade’leri ziyaret ediyoruz. Aslında bizim kültürümüz de çok yer etmeyen ama İran kültüründe bu ziyaretlerin ne kadar önemli bir yer tuttuğunu bu ziyaretler sayesinde öğrendim. Gerçekten de İran kültüründe bu tür ziyaretlerin yaşamın olmazsa olmazları ve huzur bulunan mekan olarak gören insanların çokluğuna şahit oldum. İran toplumunun yaşamının bir parçası olan bu türbe ziyaretlerini "İran toplumunu anlama” adı altında benim de gitmem gerekiyor düşüncesi, bu ziyaretleri benim gezimin bir parçası haline getirmişti. Alışveriş merkezlerinde görmeye alışık olduğumuz Türkiye’ye gelen İran’lı turistlerin aksine, buradaki topluluğun tarihe olan merakı, sevgisi ve bu sevgiyi zamana taşıyanları görmek beynimdeki "İran halkı” algısını tamamen değiştirdi. Biz de bu beyin tazeliğiyle İran kültürüne daha yakın temasta bulunabilmek için yollara düştük. İlk durağımız Meşhed’e 5 km mesafede Torkabe bölgesindeki Ehlibeyt silsilesinden 7.İmam olan İmam Musa Kazım’ın oğulları Nasir ve Yasir Hazretlerinin türbesi. Nasır ve Yasir Hazretleri İmam Rıza’nın da kardeşleri oluyor. Türbede görevli bir bayandan Nasır ve Yasir Hazretlerinin 16-18 yaşlarında şehit olduğunu öğreniyorum. Haklarında fazla bir bilgi edinemediğimden ben de oradaki atmosferi gözlemlemeye başladım.
İnsanlar gruplar halinde ziyarete geliyor. Özellikle bayan ziyaretçilerin yoğunlukta olması sebebiyle olsa gerek ziyarete gelen çocuklu ailelerin ziyaretlerini rahat yapabilmeleri ve çocukların da güzel vakit geçirmelerini sağlamak amacıyla çocuklar için özel alanlar oluşturulmuş. Burada çocuklar resim yapıyor, dualar ezberliyor, farklı aktivitelerde bulunuyorlar.
Aslında Tehran’da da bir çok yerde görmüştüm. Tabi bana en cazip gelen kısmı, özellikle çocuklu annelerin rahat iş ortamlarında çalışabilmeleri için her iş yerine anaokulu, kreş açılması zorunluluğu olması. Anneler işyerlerine çocuklarıyla geliyor, iş yerlerinin kreşine bırakıyor, çalışmasında mola verildiğinde çocuğunu görme fırsatı yakalıyor, ihtiyaçlarını gidermiş oluyor, aynı şekilde; çocuk için de annesinden uzakta olmadığından istediği zaman "anneyle iletişim” kurabiliyor. Böylelikle kadının sosyal ortamdan uzaklaşmaması için önünde büyük engel kalkmış oluyor.
Aynı duyarlılığı Nasır ve Yasir Hazretlerinin türbesinde de görmek mümkün. Çocuklar hallerinden mutlu resim çiziyorlar, anne ve babaları da dua okuyup namaz kılıyor. Türbenin bir alt katında ise yine kadınlar için çeşitli kurslar düzenleniliyor. Kur’an öğrenme, tefsir...vb. Kimileri ziyaret sonrası fotoğraf çekiyor. Kimileri oturmuş kur’an okuyor. Her yaş grupları ziyarete geliyor. Özellikle Meşhed’de İmam Rıza’yı ziyaret ettikten sonra buraya gelip burayı da ziyaret etmeleri buraya ayrı önem kazandırıyor. Türbedeki görevli bayanla sohbet ediyorum. Türk olduğumu öğrenince Hazreti Zayneb’i ziyaret etmek için Suriye’ye giderken Türkiye’den geçtiğini söylüyor bana ve benden dua istiyor. "Dua edelim de Suriye’deki şiddet dursun ve Hazreti Zeyneb’i tekrar ziyarete gideyim, O’nu çok özledim” derken çok şaşırmıştım. Bu nasıl bir hasretti ki oraya gidebilmek için benden dua istiyordu. Bu nasıl aşk’tı? Oraya gittiğinde Hazreti Zeyneb’i görecekmiş gibi hasretle yanıyordu. Ne diyebilirdim? Elbette dua edeceğim ve "Hazreti Zeyneb’in huzurunda görüşmek dileği ile” diyebildim ve türbeden dışarı çıktım. O iç karışıklığı, yoğun duygular arasında dışarı çıktığım da türbenin yanında pazar kurulduğunu gördüm. Bal çeşitlerinden kuruyemişlere, farklı süs eşyalarından meyve çeşitlerine kadar her çeşit ürünün bulunduğu pazardaydık. Bu pazar beynimin yoğun karmaşasından beni bir nebze uzaklaştırmış, bana rahatlama sağlamıştı. O beyin karmaşasıyla yolculuğuma devam etseydim, gün boyu düşüncelerle beynimi meşgul edip başımı ağrıtacaktım. Aslında fazla dalmadığın müddetçe dünyalık işlerin de ne kadar önemli olduğunu orada anlamıştım.
Nasir ve Yasir Hazretlerinin türbesinden sonra Nişabur’a doğru yol alıyoruz. Nişabur’u çok merak ediyordum. Nişabur’u tarih dersinden çok kez duymuştum. Evet yolculuğumuza başladık, ve şimdi Molla Sadra sokağından geçiyoruz. Molla Sadra felsefe alanında sorularla çığır açan bir şahsiyet. İran’daki sokak, cadde ve meydan isimlerine şehit isimleri ve tarihte önemli şahsiyetlerin isimleri verilmiş. Tabi bu da yolculukta bilgilerimizi tazelememizi sağlıyor. Meşhed’den Nişabur’a 1.5 saat yol sürüyor. Yol kenarlarında zikir tabelaları dikkatimi çekiyor. İran’da şehirlerarası yollarda yolcuların ve sürücülerin dikkatini çekmek ve sürücülerin yaratanla ilişkilerini canlı tutabilmek amacıyla belirli mesafelerde muhtelif zikir tabelaları ve salavatlar "lailahe illallah”, "tevekkeltu ya Allah”, "subhanallah”, "elhamdulillah” gibi zikirlerin yanı sıra Ehlibeyt imamlarının da isimlerinin yazıldığı tabelalar dikkat çekiyor.
Yolculuğumuz devam ederken hızlı ve sollama sebebiyle polise yakalanıyoruz. Şöförümüz cezayı ödemeye polis arabasının yanına gidiyor. Yüklü bir para ödedikten sonra yolculuğumuz devam ediyor.
Meşhed ve Nişabur çevresinde bağ ve bahçelerin olduğunu görüyorum. Ovalarda ekim buğday ve arpa var. Ekim için oluşturulmuş araziler var. Ve sağ tarafımızda tavuk çiftliği olduğunu görüyorum. Sonrasında ise; Nişabur’un geçim kaynağının tarım ve hayvancılık olduğunu öğreniyorum.
Büyük tek parça taşlı dağları geçtikten sonra toprak dağları görmeye başlıyorum. Yol boyunca gördüğüm kavşak yerlerindeki duraklarda kıbleyi gösteren tabelalar gördüm. Bu da namaz kılan yolcular için tahmini kıble bulmaktan ya da yolculukta pusula taşımaktan insanı kurtarıyor. Bu da İslam coğrafyasında yaşamanın kolaylığı olsa gerek.
Nişabur’a 65 km kala Binalud Rüzgar güllerini görüyoruz. Sırayla dizilmiş rüzgar gülleri estetik güzellik katmış. Ve bu rüzgar gülleriyle 28.4 MB elektrik elde ediliyor. Biraz ilerledikten sonra İran Otomotiv Sanayi Yedek Parça fabrikasının yanından geçiyoruz. Bilindiği gibi İran Otomotiv Sanayi sektörü alanında dünyada 13. Sırada yer alıyor. %100 yerli Peykan ve Samand markası ülkenin ulusal otomobil markaları olarak kabul ediliyor. Ve ülkenin en çok satılan otomobil markası üretti İran Khodro. Uygulanan yaptırımları da göz önüne alırsak gerçekten önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Yolculuğumuz ilerlerken bizlerde de var olan araba arkası yazıları burada da görmek mümkün, fakat farklı olan şey yazının içeriği. Bizde ki yazının içeriği genellikle okunduğunda tebessüm ettiren, kimi zaman itham, kimi zaman sevgiliye sözler yazılırken burada dikkatimi çeken şunlar oldu: "ilahi, ümidimiz sensin”, "İmam Rıza’nın güvencesi”, "Ebul Fazl’ın güvencesi”, "Ya ebul Fazl, ya Fatıma”...
Nişabur’a 25 km kala Kademgah köyündeyiz. Meşhed’den 98 km mesafede ve dağ eteğine kurulmuş. Tarihte iz bırakan şahsiyetler kalıcı bir kültür ve medeniyetin temelini oluşturur diye her zaman düşünmüşümdür. Bu şahsiyetlerin geride bıraktığı izler gelecek nesillere de ışık olur. İşte biz de böyle bir şahsiyetin geride bıraktığı izin bulunduğu bir mekandayız. Ehlibeyt İmamları halkasından 8. İmam olan İmam Rıza’nın Meşhed’e gelişinde konakladığı yerde ve onun mübarek avuçlarıyla su içtiği pınardayız. Bu mekan iç turizmin hareketlenmesine de yol açan önemli yerlerden birisidir. Bina içinde İmam Rıza’nın ayak izi olduğu ileri sürülen siyah bir taş var. Ayrıca bölgeye ziyaret eden halk buradaki pınardan şifa niyetine su içmektedir.
Görkemli bir bahçeden giriyoruz buraya. Havasından suyundan ve maneviyatından etkilenmemek mümkün değil. Yaz aylarında farklı şehirlerden gelen ziyaretçiler için burada çadır kurma imkanı sunuluyor. Güvenlik görevlileri çadırda kalan ziyaretçiler için güvenlik sağlıyor. Özellikle Newruz tatilinde insanlar burada buluşup özel programların yapıldığını öğreniyoruz. Buraya "çahar bağ” da deniliyor. Yani "dört bahçe” anlamına geliyor. Gerçekten de girişten başlayıp saydığımızda dört tane bahçe geçiyoruz. Buraya ziyarete gelenlerin hicabına dikkat ettiğini görüyorum. Bunu da yanımdaki arkadaş şöyle açıklıyor. İmam Rıza’nın bayanlar için hicaba önem verdiğini bu yüzden de girişte türlü uyarılarla birlikte gelen ziyaretçilere tesettürleri düzgün olmayanlar için baştan aşağı bizim tabirimizle "çarşaf” onların tabiriyle "çador” temin ediliyor. Ve özellikle teyzelerimizin süslü ve pullu çadorlar giydiklerini görüyorum. Bu da hicabla birlikte İmam Rıza’nın huzuruna süslü kıyafetlerle geldiklerini ve önemsediklerini gösteriyormuş.
Kademgah’ın girişinde sıralı Pazar yerleri var. Özellikle de bu pazarda boş bidonların satıldığı dükkanlar dikkatimi çekiyor. Kademgah’a girdiğimde gördüm ki, İmam Rıza’nın bu mekana geldiğinde abdest almak için su olmayışını farkedip elini sürüp su çıkardığı bu mekanda olurda yanınızda bizim gibi şifa niyetine su almak için kap getirmeyenlerin imdadına koşuyor.
Kademgah’tan çıkarken alçak kapılar yine dikkatimi çekiyor. İran’da birçok yerde böyle alçak kapılar gördüm. Kapıların alçak yapılmasını Kademgah’ın müdürü şöyle açıklıyor. İran kültüründe gelenek ve göreneklerimizde büyüklere ihtiram gösterme anlamında elini göğsüne koyup karşı taraftakine saygıyla eğilmek vardır. Ve bu geleneği hatırlatmak amacıyla bazı kapılar alçak yapılır.” İlginçti, Bu yöntemin işe yarayıp yaramadığını bilmiyorum ama yine de eğer gerçekten hatırlatıcı oluyorsa güzel bir uyarı olabilir diyerek yolumuza devam ediyoruz temiz ve insana huzur veren bu ortamdan.
Vee Nişabur’dayız. Teymurilerin başkentliğini yapmış önemli merkez ve önemli şahsiyetler yetiştirmiş muhteşem şehirde. Bu devirde altın devrini yaşayan şehir. Tarih boyunca Horasan bölgesinin kültür ve ticaret merkezi olarak da bilinir. Nişabur önemli tarihinin yanı sıra, önemli şahsiyetlerin yetiştirdiği de bir şehirdir. Ömer Hayyam, Feriduddin Attar Nişaburi, Hacı Bektaş Veli, Müslim bin Haccac ve Hakim el-Nişaburi...
Büyük bahçenin içerisinde karşılıyor bizi Ömer Hayyam. İslam dünyasının yetiştirdiği en büyük bilginlerden biri. Türkiye’de rubaileriyle tanınmış olsa da, felsefede, matematikte, astronomi de önemli çalışmalara imza atmıştır. Uzun yoldan gelenler bu büyük görkemli bahçede dinlenebilir. Nitekim bahçede piknik yapanları, dinlenenleri, namaz kılanları görmek mümkün. Biz de yemeklerin yiyebileceği bu bahçede uzun soluklu dinleniyoruz. Bahçede yeşilliğin ve ağaçların bol olması sebebiyle olsa gerek hava mis gibi. Sanırım burayı ziyaret için bahar mevsiminde gelmekle iyi yapmışız. Burası gerçekten de muhteşem. İnsanı tarihte gezintiye çıkarıyor. Büyük bir bahçe içerisinde İmam Zade Muhammed Mahruk ve İmam Zade İbrahim’in türbesini görüyoruz. 3. Yüzyılda yaşıyor ve dönemin iktidarına karşı siyasi mücadele veriyor ve burada şehit oluyor. Bu türbenin hemen karşısında Ömer Hayyam’ın mezarını görüyoruz. Ömer Hayyam’ın babasının mesleği ve soyadının "Hayyam” yani "çadır” anlamına gelmesi sebebiyle mezarının şekli çadır şekline benzetilmiş. Bu çadır şeklindeki türbesinin kenarları Ömer Hayyam’ın rubaiyatları yazılmış. Bu estetik görüntünün hemen çarpraz karşısında dinlenip çaylarımızı yudumlayabileceğimiz hoş mekanlar yapılmış. Tepsinin içerisinde demlikle sunulan çay bana Bosna’daki boşnak kahvesinin cezveyle sunuluş şeklini anımsattı. Bu mekanda da safranlı çaylar meşhur. Çayın içine atılan azıcık safran insana moral verici özelliğe sahipmiş. Ağaçların hışırtısı, kuşların cıvıltısı arasında ve tarihin derinlikleriyle içilen bu çay gerçekten de moral verici oldu. Kısa dinlenişten sonra Nişabur’da yolculuğumuza devam ediyoruz. Tabi Nişabur diyince firuze taşlarından bahsetmemek olmaz. O büyük bahçenin etrafını saran dükkanlarda binbir çeşidiyle firuze taşları insanların beğenisine sunuluyor. Türkiye’de turkuaz taşı olarak bilinen bu değerli taş bir çok rahatsızlıklara da iyi geldiği söylenilerek satılıyor. Baş ağrısına, göz hastalıkları, ateş, haşere sokması, sinir hastalarına, stresi hastalardan uzak tuttuğu söyleniyor. Ayrıca dostlukları arttırdığı ve barış ve huzuru temsil ettiği de söylenenler arasında. Dünyaca tanınan ve Nişabur’da çıkan bu değerli taş çıkarıldıktan sonra yedi ayrı işlem gördükten sonra takı olarak ve evlerimize değerli süs eşyası olarak da kullanılmaktadır.
Nişabur’un yetiştirdiği en büyük düşünür, arif ve filozoflardan biri de Attar Nişaburi. Ömer Hayyam’ın hemen 1 km mesafesinde olan Attar Nişaburi’yi de ziyaret ediyoruz. Burası gerçekten büyüleyici. Buraya İranlı ve yabancı bir çok ülkeden ziyaretçilerin geldiğini görüyorum. İç turizm de burada hareketli. Büyük bir bahçe içerisinde, insana huzur veren bu ortama insanlar gelip İran’ın geleneksel kıyafetlerini giyip hatıra fotoğrafları çekiyorlar. Nişabur’un ayrıca başka bir özelliği de tarım ve hayvancılık konusunda bölgede birinci olması. Her gün süt ve meyve buradan diğer şehirlere gidiyor.
Nişabur’da bir sonraki durağımız İmam Zade Şazan’ın türbesi. Tüm İmam Zade’lerin türbesinde gördüğümüz gibi buranın da tavanı aynalarla süslenmiş olan şahsiyetin yattığı mekandayız. Türbesinin büyük bahçesi dikkatimi çekiyor. Türbenin arkasında çok sayıda mezarlıklar var. Buradaki mezarlığın bizim mezarlıklardan farkı yerde siyah küçük dikdörtgen şeklinde mermerden yapılması. Cenaze törenine şahit oluyorum. Bayanlar ve erkekler siyah giyinmiş. Cenaze töreni başlıyor. Ara sıra salavatlar çekiliyor. Başsağlığı dileniyor. Ortada hurma ve meyveler var. Cenaze töreni sonrası gelenlere ikram edilecek. Hemen yanında henüz başlamamış bir cenaze töreni daha var. Burada "mezarlara basılmaz” ilkesini siliyoruz beyinlerimizden. Çünkü burada insanlar bu siyah mermerlerin üzerinde yürüyorlar. Özellikle çocukların mezarlıkların üzerinde oyun oynadığını görüyorum. İlginç, demekki kültürden kültüre, çocukluktan öğrendiğimiz "kırılmaz tabularımız” değişebiliyormuş.
Ve yine Nişabur’da başka türbedeyiz. Bu seferki farklıydı. Türbeye girer girmez beyaz örtüler ve perdeler dikkatimi çekiyor. Meğer Bi Bi Şatayte Hanım’ın türbesiymiş. Bayan olması sebebiyle beyaz dekor yapılmış. Bu bayan İslam için büyük çalışmalar yapmış önemli bir şahsiyet. Türbeye girer girmez değişik bir atmosfere girdiğimi fark ettim. Bu türbede gördüğüm her şey, görünenin ötesine bakmamı salık veriyor gibiydi. Aslında benim de öyle özelliğim var, gördüklerimi perde arkasını merak ederim. Öteler, derinlikler benim ilgi alanımdır. Bu yüzden bu türbenin işlemelerinden zatından bahsetmeyeceğim. Burada bir kadının türbeye gelip, "ya ilahi, yardım et, ben ne yapacağımı bilmiyorum” diyerek yalvararak ağlaması dikkatimi çekti. Öyle çaresizce ağlamasından belli oluyordu ki, bu kadın bir çıkmazda ve kendi de bir yol bulamamış ve buna çözüm olarak buraya gelip hemcinsinden yardım diliyor. Bundan sonraki yaşamı nasıl cereyan eder, nasıl bir yol çizer bilinmiyor ama görünen o ki, bu bayan gerçekten içler acısı halde ve tek dayanağından yardım talep ediyor.
Gözyaşlarına kurban olayım teyzem! Nedir seni bu kadar ağlatan? Çaresizce teyzemin yaptığı duaları izledim. Öyle içten, öyle sıcaktı ki... sonra şöyle biraz düşündüm. Kimi insanlar böyle bir durumda alkole sarılır, kimileri intihara, sigaraya ve ya eşe dosta koşar. Bu teyzem buraya gelmeyi tercih etmiş. Ne zararı olabilir? Varsın gelsin samimi niyetlerle döksün içini, yardım dilesin. Varsın kimseye zararı dokunmadan yalvarsın yakarsın yapsın duasını. Yoksa bizlerin kalpleri taşlaştı da mı buraya geldiğimde hiçbir duygu hissetmiyorum? Teyzem sen ağlama, senin yerine ben ağlayayım bu taşlaşmış kalbime. Sen ki o gözyaşlarınla belki gidersin cennete, beni ne götürecek oraya? Allah yar ve yardımcımız olsun.
Bu duygularla türbeden çıktım. Türbenin bahçesinde yaşlı amcalar toplanıp oturmuşlar. Sohbet edip vakit geçiriyorlar. Bir grup amca kendi elleriyle çizdikleri dokuz taş oyununu oynuyor. Siyahlı beyazlı taşlar bulmuşlar, gruplara ayırmış hiç sıkılmadan yeniden oynuyorlar. Bir diğer grup amca ellerine tesbih almış, hem çekiyorlar hem etrafı izliyorlar. Elbette hiç konuşmadan aynı şeyleri yapıp etrafı seyretmekte ayrı bir zevk olsa gerek! Bir diğer grup ise hararetli hararetli memleket meselelerini konuşuyorlar çaylarını yudumlarken. Aslında tüm bu grup amcalardan gençliklerindeki karakterlerini çıkarmak zor olmuyor. Sosyal olanlar, asosyal olanlar, aktif olanlar, zeki olanlar... Ama en merak ettiğim ise, yaşlıyken dokuz taş oyununu oynayan amcaların gençlik hallerinin nasıl oldukları? Anlaşılan dünyanın neresinde olursanız olun amcalarımız aynı amca.
Bu düşüncelerden uyandığımda, havanın karardığını farkettim. Arabamıza binip Meşhed’e dönme zamanı gelmişti. Yolda yine düşüncelere daldım. İran gerçektende derinliğiyle mütenasip olarak ele vermiyor kendini. Üzerinde tarih tozunu taşıyor. İlk bakışta neler olup bittiğini elinizi daldırmadıkça dışarıdan anlayamıyorsunuz. İnsanları özensiz giyinir gözükürler, yoksul, mutsuz... ama esas halkla oturup kaynaştığınızda mutlu olduğunu anlarsınız. Mütevazi ve sade yaşamaktır onların tercihi. Bu da bizim düşüncelerimizi bir çok kez yanıltır.