İlk adımını Konya’dan attığı zaman Erbakan Hoca’ya, soruldu, neden Konya? Cevap belliydi. Muhyiddin Arabi’nin Fütuhat-ıl Mekki’ye kitabında bahsedilen mekandı burası ve adı Konya idi. İstanbul fethedildikten sonra ortamın tekrardan karışacağı ve düzeltilmesi için de bu hareketin ilk adım’ının Konya’dan atılacağını bildiriliyordu kitabında. Hakikaten de, Muhyiddin Arabi’nin bu bahsedilen kitabında, Osmanlının dahi geleceğinden tutun da, Yavuz Sultan Selim’in Şam’a girişini ve Murat Hüdavendigar’ın cephede şehit olacağından ve hatta günümüze yakın Sultan Abdulaziz’in dahi, suikast’a gideceğine varana kadar, bir çok mesele üzerine haber vermekteydi…
Mehmet Zahit Kotku(k.s) efendinin başkanlığında, otuz Anadolu evliyasının aralarında başkan ve sözcü seçtikleri Mehmet Zahit Kotku(k.s) hazretlerinin direktifleri ile Almanya’dan çağrılarak Türkiye’ye getirilen Erbakan Hoca, ilk görevini alıyor… Parti kurmak. Ayrıca, tek tek bu şeyhlerle de görüşerek görevine başlıyor… Çıkış noktası, elbet’te Konya’dır. Sanırım anladınız, bazı şeyler bizim zannettiğimiz gibi değil… Bir el, manevi bir el Anadolu’yu, tıpkı Osmanlı’nın oluşma dönemlerinde, tüm evliyaların teker teker Anadolu’ya gelmeleri gibi… Ve daha sonra ilmek ilmek Anadolu’yu dokumaları gibi… Asrımızda da bu ilk siyasi ilmek, Konya’da otuz evliya’nın manevi imzasıyla, Erbakan hoca’nın liderliğinde atılmıştı.
O gün yola çıkılmıştı. Bu yol engebeliydi. Bu yolda zirveler vardı. Zirvelerde sarp kayalar vardı, kış kıyamet, sert esen rüzgarlar vardı. Bu yolda yirmi sekiz şubatlar da vardı. Sabırlı olmak gerekiyordu. Katlanmak gerekiyordu. Yolun hakkını vermek gerekiyordu. İşte o yola çıkan adam, arkasına aldığı destekle üzerine gelen her belalara meydan okuyordu adeta. Herkesin yol da döküldüğü bir zamanda, o derlenip toplanıp tekrar hamle yapıyordu. Çünkü vazifeliydi, herkes bıraksa da, o kesinlikle bırakamazdı. Arkaya dahi bakmadan, Rabbine kavuşana kadar, dur durak bilmeden, zamanın son noktasına kadar kullanmak niyetindeydi…
Çünkü, biliyordu ki; "Nasıl yaşarsanız, o şekilde ölürsünüz.” O da en iyi şekilde, bulunduğu cenahı, en iyi şekilde teslim etmek istiyordu. Kimisi, zikirle ve diğer hizmetlerle uğraşırken, onun vazifesi yönetime talipti… Bazen yollar, diğerleri ile çakışarak gitti. Bazıları ona su taşıdı, yaptıkları hizmetlerle. O ise hem yola devam, hem de ilmek ilmek örmeliydi alemi… Ekmeliydi tohumu toprağın bağrına… İşte böyle bir zamanda, Şubat ayı içerisinde, ona tamam dendi. Görevini hakkıyla yerine getirdin dendi. Hakikaten de, öyle bir görev yaptı ki, şu an memleketi o yönetiyor… Erbakan Hoca. En kötü şey de, anlaşılmamakmış, öldükten sonra anlaşılmakmış. Malcolm X hayatını yazdırırken Alex haley’e şunları söylüyordu; " Şu anda anlaşılmadığımı anlıyorum, çünkü benim gibiler ancak öldükten sonra anlaşılır. Ben de ancak öldükten sonra anlaşılacağımı biliyorum, diyordu.” Evet, maalesef, liderler hep öldükten sonra kıymet ifade etmiştir. Onların vefatları, binleri doğurarak, arkadan yola devam etmişlerdir…
Fiziki olarak aramızdan, ayrılmış gibi gözükse de, Erbakan Hoca, hattı zatında, memleketi şu anda o yönetiyor. Cumhurbaşkanlığından, başbakanlığa ve millet meclisine kadar… Hatta sivil toplum kuruluşlarından, bazı televizyonlara, oradan Türkiye’deki sanayilere varana kadar. Sadece Türkiye mi? Hayır… Daha Dünya’yı saymadık. D8’le başlayan, oradan İslam birliğine, oradan mazlumların sesine… Nereye el atarsanız atın, hep onu yolda göreceksiniz… Geçte olsa, sonradan tanıma şerefine nail olduğum Erbakan Hocayı, elimden geldiği kadar çok hızlı araştırarak, anladım ki, anlayamamışım ve geç kalmışım… Bir de Türkiye’nin anlayamamasını düşünün, neler kaybettiğini…. Adam yetiştirmek kolay değil. Sırtında yumurta küfesi taşıyanlar, ya da kuluçkaya yatanlar daha iyi bilir, ne demek istediği mi… O şu anda, yol haritasını arkadakilere verdi… Yol’a devam, izliyorum sizi… O hep yolda oldu. Yoldaki Adam…Erbakan; "Mazlumun dostu, Siyonizm’in korkulu rüyası…” Hocamıza Allah Rahmet etsin, mekanını cennet eylesin.