Geçen günlerde, haberlerde ve ajanslarda İsrail ile Filistin arasında yapılması öngörülen bir barış görüşmesinin ardından, bugün hadiselerin cereyanı ve oluşumu gösteriyor ki, anlaşma isteyenlerin kendileri bir defa barış istemiyorlar. Konuştuklarına kendileri inanmıyorlar ki, bu barış (!) olsun ve Müslüman Filistin halkının ızdırabı son bulsun. Hatt-ı zatında, bu fıtrata ve cibilliyete ters aynı zamanda…
Bu bir zaman kazanma, formalite icabı bir bekleme sürecidir, yoksa barış istediklerinden değil. Kitabında "Arz-ı Mev’ud” düşüncesi taşıyan bir milletle barış olacağına siz, inanıyor musunuz?… 54. hükümetin başbakanı Necmettin Erbakan’ın dediği gibi "bunların başından tokat eksik olmayacak ki o zaman bir barış olabilsin.” Daha dün basına düşen bir haberde, Hamas’ın siyasi lideri Meşal, "İsrail’in her zaman gücün dilinden anladığını” ifade ederken Necmettin Erbakan Hoca’yı doğrulamaktadır. Meşal, Netanyahu’ya da şöyle sesleniyor: "Biz, Sizin dilinizden çok iyi anlıyoruz. Lübnan direnişi, 2000 yılında güney Lübnan’dan sizleri çekilmeye zorladı. 2005 yılında da Gazze’den çekilmek zorunda kaldınız. 2006′da Lübnan’da ve 2009′da da Gazze’deki savaşınızda başarısızlığa uğradınız. Kudüs ve tüm Filistin kurtarılıncaya kadar da nice hezimetler tadacaksınız ” dedi.
Tabi bunları harekete geçiren bir takım Siyonist organize örgütlerdir. Halkla ilişkiler adı altında ABD politikasını yönlendiren Yahudi organizasyonlardan olan AIPAC bunlardan bir tanesidir. İsrail’in Amerika’da faaliyetlerini yürütürken kullandığı örgütlerden birisi AIPAC’tır. AIPAC, dünya Yahudiliğinin beyni olan "B’nai B’rith” ile yoğun bir ilişki içinde çalışmaktadır. AIPAC, her ne kadar Amerika İsrail Halkla İlişkiler Komitesi olarak görev yapıyor gözükse de, asıl görevi Amerikan politikasını Yahudi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmektir.
Eski Ürdün kralı Hüseyin’in şu ifadeleri oldukça manidardır bu konu hakkında; "ABD, AIPAC’ın, Siyonistlerin ve İsrail’in kendisi için çizdiği sınırların dışına asla çıkamaz” diyor 5 Mart 1985, New York Times’de.
AIPAC, Yahudi ya da Yahudi sempatizanı politikacıları, önemli devlet görevlerine getirir. Böylece ülkenin iç ve dış politikasını tam olarak hâkim olur. Yaptığı faaliyetlerde senatodaki ve Beyaz Saray’daki bu adamlardan faydalanır. AIPAC Başkanı Tom Dine, Beyaz Saray’dan kendilerine yapılan yardımdan bahsederken şöyle demektedir: "Beyaz Saray’daki arkadaşlarımız bizim en önemli destekçilerimizdir.” AIPAC’ın ülke siyasetini yönlendirirken kullandığı yöntemlerden birisi de üst düzey yöneticilerle olan kişisel ilişkileri kullanması olmuştur. Amerikan başkanlarının kendileri ya da yakın dostlarının tümü Yahudi veya Masondur.
AIPAC’ın Masonik hedefleri doğrultusunda el attığı sahalardan birisi de üniversitelerdir: "AIPAC, kampüslerde B’nai B’rith ile sıkı bir bağlantı içinde çalışmaktadır. Kampüslerdeki faaliyetlerde gerekli materyaller B’nai B’rith tarafından sağlanır. Böylece Yahudiler, Yahudi sempatizanı olarak yetiştirdikleri üniversite ve kolej öğrencileriyle antisemitist faaliyetlere engel olmaktadırlar. ABD Başkanı olan Jimmy Carter da bu organizasyonun faaliyetlerinin sonucu olarak başa getirilen isimlerden birisidir.
ABD’nin 39. başkanıdır kendisi; 1977-81 yılları arasında, Yahudi bir senatör iken AIPAC tarafından desteklenerek, başkanlığa seçilmiştir. Başkanlığından sonraki dönemlerde sürekli olarak, dünya çapındaki birçok krizde arabuluculuk etti. Bu arabuluculuk hastalığı ona, İsrail ve Mısır’ı masaya oturtarak, 1978′de Camp David Anlaşması’nı imzalatan dönemin ABD Başkanı Mr. Carter, bir benzerini de İsrail ile Filistin arasında gerçekleştirmeye çalışıyor. Ve bu yüzden, üstün hizmet ödülünü hak etti(!). 2002′de de Nobel Barış Ödülü almıştı. Amerikan hümanist hikâyesi, yani birilerine sürekli barış sağlanırken, birileri sürekli ölmeli tarzından bir hümanistlik
AIPAC, Carter’in Yahudiler lehine güttüğü Arap politikası hakkında Time dergisine şu demeci vermekte bir sakınca görmemiştir: "İnsanlar daha önce Yahudi lobilerinin icraatlarını gördüklerini sanıyorlar. Ama henüz bir şey görmüş değiller.” Carter, İsrail’e olan bağlılığını pek çok defa açıkça vurgulamıştır. Yahudi liderlerle Beyaz Saray’da yaptığı bir toplantıda Carter şöyle demiştir: "İsrail’i üzeceğime, politik hayatıma son vermeyi tercih ederim”… Middle East Contemporary Survey de bunları söylerken yine 21 Haziran 1976′da Time dergisindeki bir röportajda da İsrail’in kutsal topraklardaki hakimiyetine olan inancını şöyle vurgulamıştır: "İsrail’in başarısı politik bir mesele değildir, gerçekleşmesi şart olan bir inançtır.”
Şimdi soruyorum, inancı böyle olanlarla hangi barıştan söz ediyoruz? Karşılıklı iki taraftan mı? İsrail ve Filistin’den yoksa tek taraflı barıştan mı? Sadece İsrail’den mi? Carter türü emekli Amerikan başkanları sadece İsrail’e karşı gevşeyen çivileri sıkmak için Ortadoğu’da bulunmaktadır. Ben vicdan azabı için burada olduklarını düşünerek, safdillik yapmak istemiyorum. Amerikalı yetkililer normalde, nükleer belirsizlik politikası paralelinde İsrail’in nükleer çalışmaları hakkında hiç konuşmuyorlar. Konuşuyorlar ama sadece, İran’ın nükleer santralleri hakkında konuşuyorlar… Neden? Bu nükleer silahlar, "Müslüman kimlikli bir ülkede olmasın da, kimde olursa olsun”. ABD Dışişleri Bakan’ı Hillary Clinton’a bile rest çeken, her kararda parmağı olan, milli güvenlik konuları da dahil olmak üzere, Obama’nın sağ kolu, 50 yaşındaki Rahm Emanuel de bir Yahudidir. Yukarıda anlattığım şekilde AIPAC tarafından tüm ABD yönetimi kuşatılmıştır. Olayların akışı şu an bile devam ederken ve çepeçevre sarılmış bir dünyada, gücü elinde bulunduranlardan, çift taraflı barış beklemek hayâl olur… Müslüman topluluklar olarak, daima uyanık olmalı ve olayların perde arkasını bilme basiretine sahip olmalıyız. Bizleri kimler yönetiyor? ABD’yi kimler yönetiyor? Seni beni kimler yönetiyor? Yönetiyor gözüken devletlerin arkasında kimler var? Maşaya değil, maşayı tutan el kim? Bilinmeyen denklemler gibi uzayan sorular…Son soru; Filistinli neden ölüyor?..