Batı dünyasında Rönesans ve Reform hareketleri ile sosyal, siyasi, hukuki alanlarda olanlar ve olmasına inanılanlar yeniden tanımlandı.
Temelde Rönesans ve Reform hareketleri alışılagelmiş Katolik teamüllere, daha genel anlamda kiliseye bir başkaldırı olarak düşünülebilir. Öyle de olmuştur. Her şeye müdahil olan kilise ruhban sınıfına karşı halkın ve aydınların çıkış yolu araması ile özellikle reform hareketleri kendisini göstermiştir. İslam coğrafyasında meydana gelen gelişmeler daha geniş özgürlük ve düşünce alanlarının meydana gelmesi batıyı da derinden etkilemiştir. Başka bir ifade ile Reform ve Rönesans hareketlerini İslam medeniyeti tetiklemiştir diyebiliriz
Her alanda olduğu gibi batılı düşünürler sosyo ekonomik alanda da olagelenleri, olanları ve olması gerektiğine inandıkları gelişmeleri de tanımlamış ve uygulama alanına konmasına vesile olmuşlardır.
Batılı ülkelerin ve dünyada mevcut ülkelerin sosyo ekonomik düzenleri, sosyalizm, kapitalizm, karma ekonomi düzeni olarak kategorize edilmiş ve katı bir şekilde uygulama alanına konmuştur. Batılı aydın her şeyine gem vuran katolizmin katı kurallarına ve bu kuralları suistimal eden ruhban sınıfına engizisyonlara başkaldırırken Müslüman aydın da onları izleyerek kendi inancına başkaldırmaya başlamıştır. Batıdan esen rüzgar her şeyi etkilemiş, batıda üretilen kavram ve kurallar kabul görmeye, neredeyse tartışılmaz bir iman şartı haline gelmeye başlamıştır.
1789 Fransız İhtilali ile iktidara gelen batı tipi kapitalizm, küresel boyutta uygulamalrını başlatmıştır. Korunan menfaatler değiştikçe yasalar ve uygulamalar da değişmektedir. Önemli olan korunan menfaatin kimin menfaati olacağıdır.
Kapitalizm, toplumun değil bireyin kapitalistik menfaatini koruma üzerine kurulmuştur. Bunun sonucu olarak, bütçeleri onlarca ülkenin bütçesini ve zenginliklerini gölgede ve geride bırakan şahıslar, aileler, şirketler zuhur etmiştir. Servet belirli ellerde yığılmış, kapitalist düzen de bunu korumayı kendi inancı olarak kabul etmiş ve korumuştur. Adil olmayan bir gelir dağılımı huzursuz bir toplum yapısı meydana getirmiştir.
Bir tarafta çöplükleri karıştırarak yiyecek arayan insanlar, bir yanda bir avuç bir eli yağda bir eli balda, hatta bir eli havyarda bir eli asırlık viski şişesinde insanlar peydah olmuştur.
1789 her ülkeyi olduğu gibi bizim ülkemizi de etkilemiştir. Dini, siyasi, hukuki, sosyal alanlarda yeni arayışlara sebep olmuştur. Fransız İhtilali ile işbaşına gelen burjuva (kapitalist) sınıf bu yapılanmaya " Novus orda seclorum” yani " Yeni dünya düzeni " adını vermişlerdir. Bizde de " Nizamı-ı Cedid " hareketi başlamıştır. Bu değişim 1790’ larda başlamıştır. Bu değişimin muhtemel saiki Fransız ihtilali ve getirdiği değişikliklerin bize yansıması olmuştur.
II. Dünya Savaşı henüz bitmeden 1944’de Temmuz ayında ABD’de Bretton Woods kasabasında galip ülkeler ABD patronluğunda para ve finans konferansı topladılar. Bu sisteme Bertton Woods Sistemi denildi. Aslında Yaltada yapılan dünyayı fiziki paylaşım gibi bu konferansın da dünyayı mali paylaşım ve yönetme konferansı olarak düşünebiliriz. Burada uluslar arası para idari sistemi dünyanın önde gelen devletleri arasındaki ticari ve mali işlemlerde uygulanacak kurallar belirlendi. Uluslar arası para sisteminin kuralları bu anlaşmada belirlendi. Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankasının kurulması kararlaştırıldı. Bu kurumlar 1946’da faaliyete geçti.
Bu toplantıda ABD’nin önerilerini ekonomist Herry Dexter White sunmuştur. İngiliz ekibin başında da John Maynard Keynes bulunmuştur. Bu konferansta altına dönüştürülebilen tek para birimi ABD Doları kabul edilmiştir. Diğer para birimlerinin değerlerinin de dolara göre ayarlanmasına karar verilmiştir. Bretton Woods’da alınan bu kararlar, sıkı para politikaları, paranın küresel dolaşımının önüne geçilmesi, sıkı kontrol altına alınması ve sabit kur sistemi uygulamalarının temel belirleyici politikaları olmuştur. Bunun sonucu batılı ülkelerde tüccarların önünü görmesi ve ülkelerine daha çok yatırım yapması sağlanmıştır.
Dünya da iki kutba ayrılmış biri kapitalist, diğeri sosyalist blok. Her ne kadar arada karma ekonomi denen bir düzen varsa da bu düzen daha çok kapitalizme yakın seyretmiştir.
Geri kalmış ülkeler ekonomik kalkınmalarını tamamlamak için kendilerini bu iki yoldan birini tercih temek zorunda hissetmişlerdir. Geri kalmışlık kompleksinden kurtulma yollarını ararken ne yapıp yapıp kalkınmalıyız inancı ile kendi öz kültür ve inancını dahi terk etme yoluna gitmişlerdir.
Zamanla gelişmiş batı ülkelerinde yüksek getirisi olan yatırım alanları kalmamış, bunun yanı sıra dev bankacılık kurumları ile elde atıl para stokları artmıştır. Bretton Woods sisteminin önemli bir açmazı da bu durum olmuştur. Elde para var, yatırım yapacak bakir ve rantabl alan yok. Ne yapılacak?
Tüm paraların Amerikan dolarına endekslenmesi, zamanla piyasaları germiştir. 1971’de ABD’nin doları altına endekslemekten vazgeçtiğini açıklaması ile sistem çökmüştür. Bu kriz ABD dışındaki ülkelerde dolar miktarının artması ve doların reel değerinin düşmesi sonucu meydana gelmiştir. ABD’nin altın karşılığı olamayan dolar basıp dünya pazarına sürmesi finansal sömürünün bir şekli olmuştur.
1971’den sonra dünya kapitalizmi elinde bulundurduğu atıl para stokları ile dünyaya açılmaya, paralı alanları çarpmaya yarayacak mekanizmaları geliştirmeye yüksek para kazanma yollarını aramaya başladı ve buldu. Bretton Woods’da alınan sabit kur ve paranın küresel dolaşımının sıkı kontrol edilmesi kararının tam zıddı sayılacak karar aldı; dalgalı kur, serbest dolaşım. Hem dolar kuruna müdahale ile arbitraj gelirleri, kur farkı gelirleri ve rakip üçüncü dünya ülkesi ekonomilerini çökertecek bir silah hem de sermayenin serbest dolaşımını sağlayarak dünyanın karlı alanlarını talan etme, diğer bir değişle küresel tefeciliğin önü açıldı. Bu durum finans kapitalizmini gündeme getirdi. Parası olan düdüğü çalar politikası yürürlüğe kondu.
Batının iktisadi zenginliğinin altında daha çok sömürgecilik yatmaktadır. Sömürgeci olamayan ülkelere de sömürgecilerin sermayesi akarak, o ülkelerde yatırımlar yaparak iktisadi kalkınmalarına katkı yapmıştır.
Doğu bloku yani sosyalist blok da 1990’da çöktü.Tek kutuplu bir dünya doğru bir seyir başladı.
Bir düşünürün dediği gibi; " Komünizm kapitalizmin zirvesi.” idi. Kapitalizmde sermaye sahipleri ancak belirli alanlarda tekel oluşturabilir. Fakat komünizmde ülkenin her şeyi komünist politbüro yöneticilerinindir. İşte halk adına sosyalist devlet düzeni kuranlar halkın her şeyinin hamisi ve sahibi oldular. Ne hikmetse 1990’a kadar yolda yürüyen atlı arabanın,kedinin,köpeğin,ineğin hatta genç erkek ve kızların v.s sahibi dahi devlet iken birden her şeyin sahibi bir avuç insan oldu. Rusya’da üç beş sende dolar milyarderleri ABD’deki milyarderleri sollayacak syılara ulaştılar.
Forbes’in yaptığı dünya zenginleri listesine 15 Rus işadamı (!) girdi. Moskova 2011 yılında 79 oligarkıyla dünyanın milyarder başkenti oldu. Çelik devi Novolipetsk’in sahibi Vladimir Lisin (54) 24 milyar $ servetiyle Rusya’nın en zengini. Çelik üreticisi Soverstal’in en büyük hissedarı Aleksy Mordasov 29. sıradaki zenginin mal varlığı 18.5 milyar $, Mikhail Prokhorov 18 milyar $ serveti ile ülkenin üçüncü zengini. İngiliz futbol kulübü Chelsea’yi 800milyon sterline alan Roman Abramoviç 13.4 milyar $ servete sahip.
Forbes 2011’de dolar milyarderlerinin sayısı rekor seviyede artarak 1.210’a yükseldi, toplam servetleri 4.5 trilyon $. Geçen yıl milyarder sayısı 1011 idi. Demek ki bir yılda 199 milyarder daha olmuş.
İnsan düşünüyor; sosyalist bir ekonomide her şeyin mülkiyetinin devlete ait olduğu bir düzende bu adamlar üç beş yılda nasıl milyarder oldular? Yoksa orada da kapitalizm vardı da halk kandırılıyor muydu? Ortaya çıkan sonuç sosyalizm ve eşitlik hikayeleri ile tek tip elbiseye, tek göz eve, on eve bir tuvalete mahkum edenler eşitlik edebiyatı yaparak, halka olmadık zulmü ve sıkıntıyı yaşatırken kendileri halk adına kendi hesaplarına ülkenin tüm kaynaklarını hortumlamışlar.
Türkiye’nin duruşu ne olmuştur, ne durumdadır?
Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında ekonomik kalkınmanın en önemli ayağı olan sanayileşme devlet eliyle yürütülmeye çalışılmıştır. O dönemlerde sermaye sahibi insanlar yok denecek kadar azdı. Olanlarda genelde Avrupa ile yakın ilişki içinde bulunan gayrimüslim vatandaşlardı.
Cumhuriyet döneminde devlet ağırlıklı bir kalkınma programı uygulanmıştır. Çok partili dönemde ABD ile olan ilişkiler daha da artarak devam etmiştir. Sistem ibresi kapitalizme doğru kaymış, devlet özel sektörü özendirerek teşvik tedbirleri almaya başlamıştır. Her şeye rağmen Türkiye iyi idare edilmemiş ve kalkınmasını bir türlü tamamlayamamıştır.
Türkiye genelde karma ekonomi modeli üzerinden kalkınmasını sürdürmüştür. Özel sektörün cazip bulmadığı alanlarda devlet önemli yatırımlar yapmış sanayi kuruluşları inşa etmiştir. Devlet iktisadi kuruluşları, beceriksiz ve ahlaksız yöneticilerin, birçok siyasi iktidar ve bürokratların elinde arpalık haline getirilmiş, zarar bir yana KİT borçları bütçeden ödenir hale gelmiştir.
Türkiye ve benzeri ülkeler örtülü sömürge durumundan çıkmak ve kalınmak için çabalarken özellikle Batılı ülkeler servetlerine servet katma yarışı içinde olmuşlardır. Teknolojideki gelişmeler, sanayinin gelişmesi yeryüzünde her kıymet ve hammaddeyi sömürerek sömürgeci bir toplum olarak ekonomik refahlarını artırmışlardır.
1983’den sonra Özal hükümeti ile Türkiye kapitalist sisteme hızla kaynamaya başladı. Batılı sermaya sahiplerinin dünyayı yeni bir dalga ile talan etmeleri bunun gerektiriyordu. Dalgalı kur, sermayenin serbest dolaşımı. Sermaye dolaşıp ne yapacak? Nerede tatlı kazançlar var onu süpürecek. Bunu sağlamak için fakir ülkelerin borçlanma ihtiyacı artırılacak, onlara yüksek faizle para satılacak, özelleştirme politikaları ile kar getiren devlet kuruluşları yok pahasına satın alınacak. 90’lı yıllarda üflenen özelleştirme politikası geri ülkelerin yöneticileri ve bilim adamlarınca tartışılmaz bir vahiy gibi algılandı ve ona iman edildi. Korkunç bir özelleştirme furyası başladı. Kar eden Devlet İktisadi Teşekkülleri satılığa çıkarıldı ve haraç mezat satıldı. Borç ödendi, ödendikçe artan borç. Eldeki tesisler bitti, borç bitmedi.
Serbest sermaye dolaşımı ve dalgalı döviz kuru uygulamaları için dağılmış doğu bloku ülkeleri ve üçüncü dünya ülkelerinde, kapitalist,moda deyimle serbest piyasa modelinin mali aygıtları yoktu.Bu ülkelerde yapılacak operasyonlar için bu aygıtlara acil ihtiyaç vardı.Bu aygıtlar derhal aradaki sistemlere monte edileliydi. Edilsin ki küresel aktörler oyunlarını rahat oynasınlardı.
Öncelikle sermaye dolaşımını hızlandıracak ,karlı alanlara anında ulaşılıp yatırım yapabilmeyi sağlayacak aygıtlar kurulmalı idi. Bunun için öncelikle küresel bankacılık oralara konuşlanmalı,menkul kıymetler borsası ,devlet tahvil borsaları kurulmalıydı ki adam yorulmadan,arabasında seyahat ederken,yatarken,labtopu ile hatta cep telefonu ile karlı alanlara yetişip saniyede yatırımını yapsın.
Türkiye de menkul kıymetler borsası,devlet tahvil borsası ve diğer aygıtlar 1985 de tesisi edildi.Artık Türkiye kapitalist oyunların oynanabileceği alan haline getirildi. No kapitalist piyasa düzenine ayak bastık.Artık devlete iş kalmadı.Sadece beklemek yetecektir.Yabancı sermaye gelecek ülkeye yatırım yapacak,tüm sorunlarımızdan kurtulacağız.Devletin yatırım yapıp üretim yapmasına gerek kalmamıştır. Bundan sonra piyasa ekonomisi her şeyi otomatik halledecek devlete bol bol adliye sarayı,E
tipi,F tipi alfabenin son harfine kadar tipte hapishane (ceza infaz evi)yapabilecektir.
Ülkelerin kalkınmışlık kriteleri, ölçüleri nelerdir? Hangi ülke kalkınmış ülkedir? Kalkınmanın bedeli ne olmalıdır? Kalkınma şart mıdır? Kalkınma kimlere ve ne oranda gelir sağlamıştır? Kalkınmışlığı gösteren ölçütler ne kadar gerçeği yansıtıyor? Kalkınmışlığın kazanımları, getirileri nasıl paylaşılıyor? Nimet, külfet paylaşımı adil mi? Bu ve benzeri sorular cevaplanırken burada önemli olan iki unsur gelir paylaşımı ve fırsat eşitliği konularının nasıl halledildiğidir.
Sosyal devlet anlayışı ve uygulaması özellikle servetlerin nasıl paylaşıldığı, adil olup olmadığı üzerinde durur. Her şeye rağmen kapitalist modelle kalkınmış ülkelerde gelir paylaşımı son derece adaletsizdir. Bunun giderilmesi için bir mekanizma da yoktur. Kapitalist modelin adil olmadığı ortaya çıkmıştır.
Türkiye 21.yy da kapitalizmi keşfederek kalkınmasını onun sihirli kollarına bırakmış durumda.Kapitalizmle dansta,ayaklar kapitalzmin müziğine uyacakmı,yoksa kalkınacağız diye bir yüzyıl daha kaybedecekmiyiz ? Zaman gösterecek ancak birçok alanlarda ekonominin dışsal faktörlere bağlı olduğu bir Türkiye ye ipi elinde bulunduran harici güç ve oluşumlar müsaade edeceklermi ? Etmez iseler bu engeller nasıl aşılacak,bununla ilgili bir çaba göremiyoruz, aksine dış bağımlılıklar daha da güçlendiriliyor.
1985 yılından buyana Türkiyedeki serbest piyasa uygulamaları ve neticelerini ayrı bir yazı da değerlendirmek gerekir. Uygulama sonuçlarının görünürde hoş tarafları var ancak toplumsal yapı ve değerler sistemimizle çatışan tarafları çok.Ödenecek bedeller çok ağır.
Gelir dağılımı,külfet paylaşımı dengeleri olumsuz yönde yol alıyor.Sosyal devlet yok oluyor.Fırsat eşitliği,haksız rekabet refahı olumsuz etkiliyor.
2011 yılında dolar milyarderi listesinde 39 Türk gören Forbes şaşırdı. 2008 yılında 8 doalr milyarderi olan Türkiye’nin 2011’de 39 milyarderi oldu. Yapılan istatistikler Türkiye’de en fakirle en zengin arasındaki gelir dağılımı uçurumunun derinleştiğini gösteriyor.
Yeni dünya düzeni sahnede,eksik kalmış alanların fethine devam ediyor.Geri kalmış ya ad az gelişmiş ülkelerin yönetimleri küresel sermayenin insafına ,müşfik(!) kollarına kendisini atmış güzel hülyalara dalmış akibetini bekliyor.
Bu gelişmeler yeni yapılanmalara ve olaylara gebe.Yeni savaşlara gebe.Sonuçta yeni dengeler kurulacak.Bunun bir bedeli olacak,ödenecek,ödeniyor zeten.Bu bedeli korkarım dünyadaki mazlumlar ödeyecek.