İnsan sıhhati yerindeyken hiç düşünmez ama...
Tevehhüm-ü ebediyet hissi insanda bazen o derece gelişir ki ferdin hayatını bütün bütün tesiri altına alır. Hatta insan, kendi hayatını bırakır, içinde yaşadığı dünyanın hayatı ile alâkadar olmaya durur ve sadece kıyametin kopmasını düşünür;
Bu âlemde ebedi değilsin [KÜRSÜ]
Tevehhüm-ü ebediyet hissi insanda bazen o derece gelişir ki ferdin
hayatını bütün bütün tesiri altına alır. Hatta insan, kendi hayatını
bırakır, içinde yaşadığı dünyanın hayatı ile alâkadar olmaya durur ve
sadece kıyametin kopmasını düşünür; evet sanki onun için endişe verici
başka bir şey yokmuş gibi sadece ondan endişelenir, onunla meşgul olur.
İki veya üç bin sene sonra da olsa, münhasıran kıyametin kopacağından
endişe duyar. İşte bütün bunlar, tevehhüm-ü ebediyetten
kaynaklanmaktadır. Çünkü insan kendi ölümünü düşünmemekte, içinde
yaşadığı dünyanın ölümüyle ilgilenmektedir.
Herkes için diyemem ama günümüzde çevremize dönüp baktığımız zaman
gençliğini cami, tekke ve zaviyede geçirmiş dahi olsa çok kimsenin
kendisini lâyemût (ölümsüz) zannettiğini görürüz. Öyle ki insanın
"Dağı tutsam koparırım, şunu tutsam yerle bir ederim." dediği veya
ileride diyeceği ve demesi muhtemel olan devreleri vardır. İnsan o
devrelerde hep tevehhüm-ü ebediyet ile yaşar. Özellikle de insan,
sıhhati yerindeyken ve gençlik devirlerinde büyük ölçüde tevehhüm-ü
ebediyet ile yaşar ve asla ihtiyarlayacağını, öleceğini düşünmez. Bir
gün buradan göçüp gideceğini hiç hatırına getirmez. Servet u sâmânın
elinden kayıp gideceğini hiç hesaba katmaz.
Gözünden Perdeyi Sıyır Öyle Bak
Bu duygunun üzerine dökülecek kezzap ve insandaki gafleti yok edecek
şey, "fikir ameliyesi"dir. Yani âfâkî ve enfüsî tefekkürle gözden
perdeyi sıyırmak ve hakikati görmeye çalışmaktır. Zira Allah bizim
gözümüzden perdeyi açıp da çok acı bir şekilde hakikati bize göstereceği
gün gelmeden gözden perdeyi kaldırıp hakikati görmek çok önemlidir.
Kur'ân-ı Kerim'de Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: "İşte gözünün önünden
perdeyi kaldırdık, şimdi artık gözün pek keskindir!" (Kâf, 50/22)
Evet, nasıl olsa o gün gelecek. O gün gelmeden dikkat ve tefekkürle
gözden perdeyi sıyırma ve daha şimdiden Cehennem'i ve Cennet'i görme,
duyma ufkuna ulaşma çok önemlidir. Ama insan nisyandan mürekkep
olduğundan, biraz tefekkürden uzaklaşınca hemen kendini ebedî
yaşayacakmış gibi bir kuruntu içinde hissetmektedir.
İsterseniz küçük bir örnekle konuyu az daha açalım: Meselâ, herhangi
birimiz bir saraya girdik; orada nefsimizin bütün arzu ve iştihalarına
göre hazırlanmış her şey var. Ancak bazı emarelerle anlıyoruz ki,
bunların hepsi bize haram edilmiş ve hepsi de yasak. Bazen bu durumdaki
bir insan, nefsine mağlup olabilir. Yemekler onun ağzını sulandırır ve o
cazip şeyler onun dikkatini çeker. O da tam bu sırada onlara elini
uzatabilir.
İşte bu zat tam temayüllerinin güdümünde iken birdenbire bir perde
açılıverse ve Cehennem bütün dehşetiyle, Cennet de bütün debdebe ve
ihtişamıyla onun gözünün önünde tülleniverse, artık böyle biri her
şeyin, iştihasını kabartmasına rağmen ne o haram yemeklere elini uzatır,
ne de haramlara doğru bir adım atar.
Bu itibarla diyebiliriz ki, insana fenalıkları yaptıran daha ziyade onun
gafleti, tûl-i emeli (hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya dalması) ve
hakikati göremeyişidir. Zannediyorum ashab-ı kiramın günahlardan uzak
durmasında da işte bu husus müessir olmuş. Bizler de eğer ameliyat-ı
fikriye ile (fikrî operasyonla) iki kere iki dört eder kat'iyetinde
Cennet'in ve Cehennem'in mevcudiyetini hep mülâhazaya alabilsek
nefsimizi frenleyecek, fenalıklara girmeyecek, daima ahireti nazara
alacak ve hayatımızı her zaman ölçülü yaşayacağız. Böyle bir ameliyeden
mahrum kaldığımız zaman ise, Cennet ve Cehennem nisyan perdesi altına
gömülecek, biz de Allah'a inansak dahi, çok defa hislerimize mağlup
olacak, tûl-i emel ve tevehhüm-ü ebediyet düşüncesiyle fenalıklara
girecek ve kendimizi dünyadan kâm almaya salacağız.
Öleceğiz Ne Çare
Tevehhüm-ü ebediyeti aşmanın bir yolu da "rabıta-ı mevt"tir. Zira ölümü
düşünerek dünyanın fâni olduğu mülâhazasını taşımak, tevehhüm-ü
ebediyeti delik deşik eden önemli bir yöntemdir. Ancak şu an etrafımıza
bakınca görüyoruz ki, ateş sadece düştüğü yeri yakıyor. Kimin evinde
birisi ölürse ancak onlar ölümü hatırlıyor ve bu önemli konu
başkalarının umurunda bile değil. Oysa Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem) ölümü hatırlamak gerektiğini ve bunun için de mezarları ziyaret
etmenin faydalı olacağını hatırlatıyor.
Mezarları ziyaret etmek, bidayet-i İslâm'da yasak olmasına rağmen daha
sonraları Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bunun üzerinde ısrarla
durmuştur. Çünkü mezarlıklar ve mezar taşları, bazı insanların hayatına
intikal ederek çeşitli tedailerle az uyanık gönüller için ahireti
hatırlatmaktadır.
Şimdilerde zannediyorum kimin bir yakını ölmüşse sadece o kimse ölümü
kısmen hatırlayarak tevehhüm-ü ebediyetten uzaklaşıp biraz olsun
kendisine geliyor. Ben arkadaşlara ölümü hatırda tutmak için hastaneleri
ziyaret etmelerini tavsiye ediyorum. Gitsinler, çeşitli klinikleri
gezsinler, sıhhati bozulan ve ölümünü bekleyen insanların hâline
baksınlar. İhtimal böyle bir mülâhaza onların da birer yolcu olduğunu
hatırlatacak ve onlarda yol azığı duygusunu tetikleyecektir.
Netice itibarıyla tevehhüm-ü ebediyet, bazen bir gafletten
kaynaklanmakta, gaflet ise tefekkürsüz yaşamaktan doğmaktadır. Bunu
delecek önemli bir husus "rabıta-i mevt", diğeri de ölüm ötesini rasat
etme ufku sayılan hastaneler ve hastaların halleridir. Evet, ne zaman
insan, bir kısım hastalıklara, arızalara veya mal, can, evlât
konularında bir imtihana maruz kalsa işte o zaman ondaki bu düşünce
delik deşik olur.
1) Ebediyet duygusuyla insan bazen kendi hayatını bırakır, içinde
yaşadığı dünyanın hayatı ile alâkadar olmaya durur ve sadece kıyametin
kopmasını düşünür.
2) İnsandaki gafleti yok edecek şeylerden birisi de "fikir
ameliyesi"dir. Yani âfâkî ve enfüsî tefekkürle gözden perdeyi sıyırmak
ve hakikati görmeye çalışmaktır.
3) Ölüm ve ölüm ötesini rasat etme ufku sayılan hastaneler ve hastaların
halleri de yine insanda, bu dünyada ebedi kalma düşüncesini delik deşik
eden şeylerdir.
Fethullah Gülen